
Umut SARIKAYA / UYKUSUZ, 12 Aralık 2007, sayı–15
Hepimiz televizyonlarda bir gün milyoner olacağımıza, film ilahları ve rock yıldızları olacağımıza inanarak büyütüldük. Fakat olamayacağız. Bu gerçeği yavaş yavaş öğreniyoruz. Ve çok ama çok kızgınız!
Sen, işin değilsin!
Ey zaman, bilmez misin ettiğin kötülükleri?
Sana düşer azapların, tövbelerin beteri.
Alçakları besler, yoksulları ezer durursun:
Ya bunak bir ihtiyarsın, ya da eşeğin biri.
Mal mülk düşkünleri rahat yüzü görmezler,
Bin bir derde düşer, canlarından bezerler.
Öyleyken, ne tuhaftır, yine de övünür,
Onlar gibi olmayana adam demezler.
Gökte bir öküz varmış, adı Pervin;
Bir öküz de altındaymış yerin.
Sen asıl iki öküz arasında
Tepişmesine bak şu eşeklerin!
Cennette huriler varmış, kara gözlü;
İçkinin de ordaymış en güzeli.
Desene biz çoktan cennetlik olmuşuz:
Bak, bir yanda şarap, bir yanda sevgili.
Sen sofusun, hep dinden dem vurursun;
Bana da sapık, dinsiz der durursun.
Peki, ben ne görünüyorsam oyum:
Ya sen? Ne görünüyorsan o musun?
Sevgilim, ömrü derdim gibi bitmeyesi,
Bu sabah bütün cömertliği üstündeydi.
Bir göz atıverdi bana geçip giderken:
İyilik et denize at mı demek istedi?
En doğrusu, dosta düşmana iyilik etmen;
İyilik seven kötülük edemez zaten.
Dostuna kötülük ettin mi düşmanın olur:
Düşmanınsa dostun olur iyilik edersen.
Akılla bir konuşmam oldu dün gece;
Sana soracaklarım var, dedim;
Sen ki her bilginin temelisin,
Bana yol göstermelisin.
Yaşamaktan bezdim, ne yapsam?
Birkaç yıl daha katlan, dedi.
Nedir; dedim bu yaşamak?
Bir düş, dedi; birkaç görüntü.
Evi barkı olmak nedir? dedim;
Biraz keyfetmek için
Yıllar yılı dert çekmek, dedi.
Bu zorbalar ne biçim adamlar? dedim;
Kurt, köpek, çakal, makal, dedi.
Ne dersin bu adamlara, dedim;
Yüreksizler, kafasızlar, soysuzlar, dedi.
Benim bu deli gönlüm, dedim;
Ne zaman akıllanacak?
Biraz daha kulağı burkulunca, dedi.
Hayyam' ın bu sözlerine ne dersin, dedim;
Dizmiş alt alta sözleri,
Hoşbeş etmiş derim, dedi.
Gecedir büyük olasılıkla. Gökyüzünde bir tek yıldız bile yoktur.
Hafif bir rüzgâr esiyordur ve uzaklarda bir iki minik ışık yanıp yanıp sönüyordur. Nedenini bilmiyorum; uzaklardaki ışıklar yanıp yanıp sönerler. Göz yanılgısı mıdır bu, fizik kuralı mıdır, yoksa özellikle mi öyle görürüz? Yani bilinçaltımız yanıp yanıp sönmesini mi uygun bulmuştur ışıkların, bilemem.
Ama bildiğim bir şey var; eğer rüyalarım beni yalancı çıkarmıyorsa geleceğim. Çünkü insanda alışkanlık yaratan hiçbir şey gerçek değildir ve hiçbir aşk yarım kalmaz. Kalamaz.
Ölmeden önce, en geç ölmeden birkaç dakika önce tamamlanır.
Ütopyalarsa gerçektir. Biz gerçeğin neresinden tutacağımızı bilemeyiz sadece. Bu ütopyanın değil, bizim suçumuzdur. Suç değil de hata diyelim. Çünkü herkes hata yapabilir, masum bir şeydir hata. Suç ise herkese göre değildir. Her babayiğidin harcı değildir yani.
Mesela her erkek, hayatının bir döneminde, en azından bir kadını öldürmüştür. Suç mudur bu? Suçsa, bu kadar doğal ve tekdüze bir suç, bu kadar pervasızca, umursamazca nasıl işlenir? Ölen, bir ölü biçiminde devam eder yaşamaya. Öldüren suçluluk duygusundan değil, kendi hayatının daralan yerlerinden başlar sıkılmaya. Çünkü her öldürme eylemi, hayatın bir yerini daraltır. Kimisi öyle bir daraltır ki, öldüren sıkışır kalır orada, ölmekten beter olur!
Ölenle ölünmez, evet! Ama öldürenle ölünür. Kadınlar kendinden bir önceki kadını öldüren erkekleri sever. Her kadın acıya meyillidir. Acıyı çekmek için değil ama! Çünkü acı, çekilen ve çektirilen bir şey değildir ki.
Çoğaltılan, yayılan, kazınan, kızıştıran, zevk veren, zevk verdirten, delirten, yırtan, yakan bir şeydir aynı zamanda...
Acıyla şaka olmaz. Acıyı yakından tanıyan herkes, hele de ömrünün bir döneminde, en azından hayatının bir döneminde bir kadını öldürmeyi becerebilmişse, yazın, olmadı sonbaharda, aniden çıkabilir karşınıza.
14 Haziran 2007, Altay ÖKTEM/PENGUEN-sayı24
Apollon üzüntü ve heyecan içinde o ağacı simge olarak aldı ve parlak yapraklarından başına bir taç yaptı. İşte o zamandan beri şiir ve silah zaferi Defne dalı ile ödüllendirilir oldu.