TERÖRİZBİN

Savaşın, “başka usuller kullanılan diplomasi” olarak tanımlanması gibi, terörizm de “uygar insanlara karşı çirkin bir politika” olarak tanımlanıyordu. Daha iyi bir tanımlamayla terör, siyasi mücadelede zayıf tarafın hiç elinden bırakmayacağı bir silahtı. Yalnız çok önemli iki husus göz ardı ediliyordu. Birincisi, demokratik bir devlet siyasi ve sosyal acılara çare ararken, birinci görevinin, halkının can ve mal güvenliği için kanun ve düzenin korunması olduğunu unutamaz. Kanun ve düzen, fukaralığın yok edilmesini, yüksek bir hayat standardının dünya çapında sağlanmasını veya nasıl olursa olsun bütün siyasi şikâyetlerin ortadan kaldırılmasını bekleyemez. Zaten teröristlerin çoğu şahsen yoksulluktan gelme değildir. Çoğu zaman bunlar, orta sınıfın alt sıralarından gelen, hayatta kendi yollarını kendi başlarına arayan, başka fanatiklerin etkisine kapılmış gençlerden ibarettir. İkincisi, teröristlerin siyasi emellerinin genellikle o ülkenin büyük çoğunluğunun kabul edemeyeceği şeyler olmasıdır. Bu şartlar altında, teröristlerin pek azı, yasalara saygılı vatandaşların çoğunluğunu küstürme pahasına ıslah edilebilir. Siyasetin ne olacağına oy sandıklarıyla karar verilen yerlerde, silaha sarılmanın hiçbir makul izahı olamaz.

Liberal demokrasilerde terörist şiddet taraftarlarına (hatta uygulayıcılarına) karşı gösterilen tolerans Batı’da (özellikle Batı Avrupa’da) Türkiye’nin zayıflatılmasının arzu edildiği şüphelerini uyandırmaktadır. Hâlbuki uluslararası ilişkilerin realist bir açıdan değerlendirilmesi yapılacak olursa aksine Batı’nın sorunlarla dolu bir bölgede müttefik olarak güçlü, sağlam ve müreffeh bir Türkiye’ye ihtiyacı olduğu görülür. Yine de her şeye rağmen Türkiye’nin öteki Batılı ülkelerden çok daha sert bir şekilde eleştirildiği de bir gerçektir. Mesela Amerika’nın Afganistan’daki teröristlere karşı giriştiği operasyona destek veren Almanya, neden Türkiye’ye sattığı silahların teröristlere karşı kullanılmasına ambargo koymuştur? Şayet Türkiye’de teröristlere karşı yapılacak bir operasyonun masum sivillere de zarar vereceği düşünülüyorsa, aynı şekilde Amerika’nın Irak’ta giriştiği harekât oradaki masum sivil halka zarar vermiyor mu? Bu sorulara verilecek tek cevap, Batı âlemindeki etkili kesimin, Türkiye’deki teröristlerin gerçekte ne olduğunu anlamada veya onların uydurdukları mazeretler karşısında göstermiş oldukları aczidir. Bazen bu türlü mazeretler doğrudan doğruya terörist örgütün paravan kuruluşları tarafından ortaya atılmakta, genellikle tarih ve bugünün Türkiye’si hakkında bilgisizlikten doğmaktadır.

Önce tarihi ele alalım, Batı’nın Türkiye hakkındaki görüşü hala Osmanlı Devleti’nin yanlış anlaşılmasının etkisi altındadır. Gerçi Osmanlı’nın sicilinin düzeltilmekte olduğu doğrudur. Osmanlı Devleti şimdilerde bilim adamları ve uluslararası alanlardaki muteber müşahitler tarafından, etnik yelpazeye daha geniş bir toleransla davranan, kanun ve düzeni kendinden sonra gelenlerden çok daha iyi sağlayan bir ülke olarak görülmektedir. Bu idrakin gecikmesi, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlıların baskı geleneğini aynen devam ettirmekte olduğu fikrinin kafalardan silinmesine imkân vermemiştir. Teröristler Türkiye’deki bu “zalim idare” safsatasını kendi lehlerine kullanmışlardır.

İkincisi, Türkiye’deki terörizme çok iyi mazeretler bulan Batılıların göz ardı ettikleri temel gerçeklerdir. Bunlar, Türkiye’nin, serbestçe seçilmiş bir parlamentonun atadığı bir hükümet tarafından yönetildiği; vatandaşların hepsine oy hakkı tanındığı; 1950’den beri bütün seçimlerin serbestçe yapıldığı; ülkede yasalar çerçevesinde bir basın özgürlüğünün mevcudiyeti; medyanın hükümeti tenkitte serbest olduğu ve kendi kendini tenkidin adeta ulusal bir eğlence sayıldığı; Türkiye’nin şeffaf bir ülke olduğu ve bunun sonucu diğer ülkelerde gizli kalmış kusurların Türkiye’de ortaya çıkarıldığı; adli mekanizmanın yasalar çerçevesinde bağımsız hareket ettiğidir.

Türkiye'nin Terörle Savaşı/Andrew MANGO