Sağ elim kapatır yüzümü, dışarda kar yağar ormana.
Sağ elim kapatır yüzümü, giderim mavi bir limana.
Nazım Hikmet RAN

...

“Özgüvenlerin patladığı bir iş görüşmesinden geliyoruz. “Tablet PC” lerimiz ve bir Power Point sunusuyla bu işi de bağladık. Bu daha başlangıç; beyin fırtınalarımızla sarsılacak bilişim dünyası. Hayatımızda hataya, kekelemeye yer yok arkadaşlar. Vurun İngilizce kelimelerin beline, sesinize bir perde daha ekleyin…

Zaferimizi işte tam bu otoparkta zıplayıp, ayak tabanlarımızı yanda birbirine vurarak kutlayacağız. Gururla gireceğiz şirketten içeri, çalışanlar bu topraklarda yaşadıklarını unutup sevinç içinde “günaydın Bay Cem” diyecekler; bürositi hızla arkamızdaki pencereye döndürerek, ellerimizi havaya kaldıracağız, dışarıdaki manzara Manhattan’a benzeyecek. Artık kafamız rahat, hafta sonu “pazar giysileri” mizi giyip basket oynayacağız; emin olun o maçı da alacağız…

Dizüstü bilgisayarların birer silah gibi çekildiği, bilgisayar dilinin kelimeleriyle espriler yapıldığı, yükselme tutkusunun bir var oluş meselesi haline geldiği; kendini göstermenin yolunun, prezantabl (gösterişli, eli yüzü düzgün) bir imaj, iş bitiren bir tutku, hiç eksilmeyen bir özgüven gösterisinden geçtiği, “kariyer dünyasına” hoş geldiniz. Bu dünyada gülümsemeniz dergi kapağı gibi, yürüyüşünüz dik, tokalaşmanız sert, kendinizi tanıtmanız bir ağız dolusu olmalıdır…”

Fırat BUDACI / UYKUSUZ, 17 Ekim 2007, Sayı–7
Neyi özlemeyiz?
Neye yarar bunca zahmetle kazanılan para?
Nedir adaletin, insanların bizden beklediği?
Tanrı ne olmamızı istemiş bizim?
Neyiz? Neyin peşinde koşuyoruz?


Yaşadığımız her an, hayattan eksilmiş, harcanmış bir andır.
Ömrünüzün her günkü işi, ölüm evini kurmaktır. Hayatın içinde iken
ölümün de içindesiniz; çünkü hayattan çıkınca ölümden de çıkmış
oluyorsunuz. Ya da şöyle diyelim isterseniz: Hayattan sonra
ölümdesiniz; ama hayatta iken ölmektesiniz. Ölümün, ölmekte olana
ettiği ise, ölmüş olana ettiğinden daha acı, daha derin, daha can
yakıcıdır.

Bre zavallı insan, az mı derdin var ki kendine yeni dertler
uyduruyorsun. Az mı kötü haldesin ki, bir de kendi kendini
kötülemeye özeniyorsun. Ne diye yeni çirkinlikler yaratmaya
çalışıyorsun? İçinde ve dışında zaten o kadar çirkinlikler var ki! O
kadar rahat mısın ki rahatının yarısı sana batıyor? Doğanın seni
zorladığı bütün yararlı işleri gördün bitirdin, işsiz güçsüz kaldın da mı
başka işler çıkarıyorsun kendine? Sen tut, doğanın şaşmaz, hiçbir
yerde değişmez yasalarını hor gör, sonra o senin yaptığın, bir taraflı
acayip, uygunsuz yasalara uymaya çabala. Üstelik bu yasalar ne kadar
özel, dar, dayanıksız, gerçeğe aykırı olursa çabaların da o ölçüde
artıyor senin. Mahalle papazının sana emrettiği gündelik işlere sıkı
sıkıya bağlanırsın; tanrının, doğanın emirleri umurunda değildir. Bak,
bir düşün bunlar üzerinde: Bütün yaşamın böyle geçiyor.

Benim işim gücüm kendimi incelemek: Yapacak başka işim de yok
zaten. Bakıyorum da öyle çürük taraflarım var ki söylemeye zor
varıyor dilim. Sağlam oturaklı neyim var? Her an sendeleyip
düşebilirim. Gözlerim bir şöyle görüyor, bir böyle. Açken başka
adamım sanki, yemekten sonra başka. Keyfim yerindeyse, hava da
güzelse kötü kişi değilim: Ama bir nasır canımı yakmaya görsün, asık
suratlı, aksi, yanına yaklaşılmaz bir adam olurum. Aynı atın yürüyüşü
bir rahat gelir bana, bir rahatsız; aynı yolu bir uzun bulurum, bir kısa;
aynı biçim bir hoşuma gider, bir zıddıma. Bir gün her işe yatkınım,bir
başka gün hiçbir şey gelmez elimden. Bugün sevindiğim şeye yarın
üzülebilirim. İçimde durmadan değişen, ele avuca sığmayan bir sürü
duygu. Kara kara düşünceler, derken bir öfke; ağlamaklı bir
haldeyken, birdenbire taşkın bir sevinç. Kitapları karıştırırken
bakarım, dün içinde türlü güzellikler bulduğum, oldukça coştuğum bir
yer bugün bir şey demez olmuş bana: Eviririm, çeviririm, orasını
burasını okurum, nafile: O sayfalar boşalmış, yabancılaşmıştır artık
benim için.

Okuyucu, bu kitapta yalan dolan yok. Sana baştan söyleyeyim ki,
ben burada yakınlarım ve kendim dışında hiçbir amaç gütmedim.Sana
hizmet etmek yahut kendime ün sağlamak hiç aklımdan geçmedi;
böyle bir amaç peşinde koşmaya gücüm yetmez. Bu kitabı yakınlarım
için bir kolaylık olsun diye yazdım. İstedim ki beni kaybedecekleri
zaman (ki pek yakındır) hakkımda bildikleri, daha ayrıntılı ve daha
canlı olsun. Kendimi herkese beğendirmek niyetinde olsaydım, özenir,
bezenir, en gösterişli halimle ortaya çıkardım. Kitabımda sade, doğal
ve her günkü halimle, özentisiz bezentisiz görünmek isterim, çünkü
ben kendimi olduğum gibi anlatıyorum. Burada kusurlarım, nasıl bir
adam olduğum, edebin, terbiyenin izin verdiği ölçüde, açık olarak
görülecektir. Hala ilk doğa kanunlarının rahat serbestliği içinde
yaşadıkları söylenen insanlar arasında olsaydım, emin ol ki kendimi
tastamam ve çırılçıplak da gösterirdim. Kısacası, okuyucu, kitabımın
özü benim: Boş zamanlarını bu kadar sudan ve anlamsız bir konuya
harcaman akıl karı olmaz. Haydi, uğurlar olsun.

1 Mart 1580, Michel de Montaigne / DENEMELER

bi' hikaye

Genç ve hür iken, düşlerim sonsuzken, dünyayı değiştirmek isterdim. Yaşlanıp akıllanınca, dünyanın değişmeyeceğini anladım. Ben de düşlerimi biraz kısıtlayarak sadece memleketimi değiştirmeye karar verdim. Ama o da değişeceğe benzemiyordu. İyice yaşlandığımda son bir gayretle, sadece ailemi, kendime en yakın olanları değiştirmeyi denedim. Ama maalesef bunu da kabul ettiremedim.
Ve şimdi ölüm döşeğinde yatarken birden fark ettim ki, önce yalnız kendimi değiştirseydim, onlara örnek olarak ailemi de değiştirebilirdim. Onlardan alacağım cesaret ve ilhamla, memleketimi daha ileriye götürebilirdim. Kim bilir, belki dünyayı bile değiştirebilirdim.
...afedersin ama, BOK değiştirirsin!