all along the watchtower

"burdan kurtulmanın bir yolu olmalı" dedi soytarı hırsıza
"öyle bir karmaşa var ki geçmiyor hiç sıkıntım
para babaları içer şarabımdan, beller toprağımı sabancılar
bilmez hiç biri ne değerlidir her zerresi bunların"


"heyecana gerek yok" dedi hırsız nazikçe
"çokları var ki burada, aramızda, sanırlar hayat bir şaka
ama sen ve ben, biz, bunları aştık ve bu değil yazgımız
bırakalım aldatmayı kendimizi, bak doluyor vaktimiz"

gözetleme kulesi boyunca, prensler seyreyledi manzarayı
koşuşurken kadınlar ve yalınayak uşaklar
dışarda, uzaklarda hırladı vahşi bir kedi
yaklaşıyordu iki süvari, duyuldu uğultusu rüzgarın


...şöyle de olabilir gibi...

"bir çıkar yol olmalı" dedi soytarı hırsıza
"öyle karışık ki aklım, nefesim daralmakta
ağalar kanımı içerken paryalar eşeler toprağımı
hiçbiri bilmez aslında ne kıymetli olduğunu"

"hiç boşuna celallenme" dedi hırsız kibarca
"burada öyleleri var ki, onlar için hayat şaka
oysa sen ve ben, aştık bunları ve bu değil yazgımız
o yüzden riyayı bırak, tükenirken ömrümüz"

gözcü kulesi boyunca beyler ufku taradılar
kadınlar gelir ve giderken, ve baldırıçıplak uşaklar
dışarıda, uzaklarda, kükredi vahşi bir kedi
rüzgar uğuldamaya başladı, göründü bir çift süvari

...müziğin kendini aştığı, ölümsüzlüğe dokunabildiği zamanlar vardır. nadiren de olsa, bir şarkının sözleri gecenin içinde diğer bütün zamanlarda olduğundan daha güçlüdür. belki kimse o harika sözler için nobel ödülleri vermez, 10 satırlık bir şiirimsinin gerçek edebiyat olduğunu çok da düşünmez. fakat bazı şarkı sözleri mevsimleri birbirine böler, insana genişlediği hissini verir. insan bu tür şarkı ve sözler karşısında kimi zaman esnediğini, başka bir boyuta geçmek üzere olduğunu hissederek parçalara bölünmek üzere olduğunu duyumsar ve neredeyse, küçücük sihirli bir dokunuş olsa o noktada, gaybın kapılarını sert bir thor yumruğu gibi parçalayarak asgard'dan içeri taşacağını hisseder. fakat ne yazık ki, paganizmin çöküşünden sonra insan pek çok ölümsüz yeteneğini yitirmiştir ve böyle anlarda, bu tip şarkılarda garip bir ruhsal orgazmın eşiğinde, boşalamadan tuhaf bir sıkışmışlıkla kalakalır insan. bin ömer hayyam rubaisini okumakla aynı kekremsi şeyleri hissettirir insana...

...şarkı "hırsız" ve "soytarı" olarak tanıtılan iki karakterin konuşmasıyla açılıyor. ilk iki dörtlüğü kaplayan diyalogdan anlıyoruz ki bu iki karakterin dünyası yıkımın eşiğinde veya yıkılmaktadır. son dörtlükte ise sahne değişiyor, bir gözetleme kulesinden uzaklara bakan prensler ile karşılaşıyoruz bu kez. bunlar hakkında bilgimiz yok, ama bu yıkılan şehrin/ülkenin/dünyanın yöneticileri olmalılar. kızılderili katliamı hakkında olduğu söylenen bu şarkı, kesif bir yıkım hissini, hatta evrensel bir yıkım temasını içinde barındırıyor. rüzgarın ve vahşi hayvanların sesleri, ufuktan çıkagelen iki atlı (felaket tellalları?) bu temayı destekleyen imgeler. şarkı bob dylan'a ait olsa da, en çok tanınan ve sevilen versiyonu jimi hendrix
experience'ın electric ladyland albümü için coverladığı halidir. hatta bizzat dylan'ın bile bu versiyonu daha çok sevdiği söylenir...

...soytarı ve hırsızın nasıl bu korkunç sona gelmiş olduklarını bilmiyoruz. bir hırsızın, sahip olamamak kızgınlığı vardır, yoksunluk karşısında artık eyleme dökülmüş çalma haklılığı ve bir soytarı daima ağlar. soytarının tek derdi her şeyi görmek sıkıntısıdır. her şeyi bilmenin sonucunda delirmemek için dalga geçmek yolunu seçmiştir...

"burdan dışarı bir yol olmalı" dedi soytarı hırsıza

...oysa bir çıkış bulmak hırsızın işi olmalıydı. işlerin nasıl bu hale geldiğini bilmiyoruz fakat daha en başından bir terslik korkusu içimizi sarıyor. eğer bir yol olsaydı, onu hırsız bulmalıydı...

"işler fena karıştı, bir türlü huzur bulamıyorum
içer patronlar şarabımdan, kazar çiftçiler tarlamı
bu satırdakilerin hiçbiri bilmez bunların değerini"


...an be an kan kaybından ölecek soytarı. fakat bir soytarının bazen bir kraldan daha çok şeye sahip olduğuna eminiz. soytarı şüphesiz ki biziz. soytarı bizden bahsediyor. ekilen tohumlar, fırtına, gözyaşı ve ah doğuracak da olsa hasat kendi çocuğumuz gibi sevilecek. yüzümüze esen melankoliden haz duyacağız, fakat hiçbirinin değerini bilmeden. bu noktaya nasıl geldik belli değil ve düşüyoruz...

"heyecanlanmaya gerek yok" dedi hırsız kibarca
"içimizden pek çoğu sanır ki hayat yalnızca bir şaka
ama sen ve ben bunları aştık ve bu değil kaderimiz"

...hayatta kalmak için endişelenen bir soytarıdan daha endişe verici hiçbir şey yoktur. pek az şey sağlam, kaya gibi karakterlerin altüst oluşu kadar endişe verir insana. hayatlarımızın ilk 25 senesi özel birisi olduğumuzu sanarak oyalanırken, geriye kalan 25 senelik dilim öyle olmadığımızı kabullenmekle geçiyor ve her şeyin daha üstünde bir hiçlik yayılıyor. fakat değerli bir hiçlik bu. tek gerçeğin hiçlik ve boşluk olduğunu fark etmiş bir hırsızın boş vermiş nihilist iç çekişleri yayılıyor atmosfere...

"bırak artık boş yere çene çalmayı, vakit geç oldu"

...fazla zamanımızın kalmadığını biliyoruz. konuşa konuşa bir yere varamayacağımızı da biliyoruz, fakat kimse cevapları söylemiyor. hala bir cevap, bir mana olduğunu fark edemeyecek denli şuursuzuz...

gözetleme kulesinin tepesinde prensler seyretti etrafı

...doğuya kayıyor gözlerimiz. belki hiçbir gözetleme kulesine dokunmadık, görmedik ama, onbinlerce yıldır doğunun hüznü sinmiş kalıtsal dna larımız gözetleme kulesinin anlamını biliyor. savaş, yas, umut, göç, yükseliş ve görkemli çöküş kelimeleri hala o iki kelimenin içine sinmiş duruyor. gözetleme kulesi kelimesini duymak, hiçbir batılıya, bir doğuluya hissettirdiklerini hissettirmez. metal arabalarla gökyüzünde gezdiğimiz şu günlerde bile...

gelip geçerken tüm kadınlar ve yalınayak hizmetçiler
uzaklarda kükredi bir yaban kedisi
iki atlı yaklaşıyordu, rüzgar uğuldamaya başladı...


...son sözler sadece durumu açıklıyor. hayat gibi. her şey cevaplanmadan kalıyor. başladığı gibi. ama neden daha da sıkışmışız şimdi. başında da dedim ya, nadiren olur bu. bir şarkı gecede şaha kalkar ve diğerlerinin hiç parıldayamadığı kadar parıldar. tam nefes alış verişleriniz hızlanıp kesikleşmeye, ruhsal bir boşalmanın milimetrik sınırlarına gelmişken geriye çekilir ve söner bütün coşku. çünkü insanoğlu tanrısallığını yitirmiştir artık. şimdi geride muhteşem, hayvani bir insan ruhunun çöküşünden başka bir şey yoktur ve her çöküş muhteşemdir. hele ki yükseklerden düşüyorsa...
Herkes, hayatında en az bir kez, yardıma ihtiyacı olan bir sevdiğine bakacak ve aynı soruyu soracaktır: “Yardım etmeye hazırım Tanrı’m, ama ya bi’şeye ihtiyacı yoksa?”
Bize yakın olanlara her zaman yardım edemediğimiz doğrudur. Nedeni, hangi parçamızı vereceğimizi bilemememiz, ya da daha çok, vermek istediğimiz parçamızın istenmemesidir. Bu yüzden birlikte yaşadığımız insanların bizden kaçtıklarını bilsek de onları yine de sevebiliriz. Onları tamamen, ama tam olarak anlamadan, sevebiliriz...